Elazığ’ın merkez beldelerinden Akçakiraz (Perçenç) Mezarlığındadır. Ağaçlıklar ve yeşillikler içerisinde bulunan türbesi dört ana sütun üzerine oturtulmuş bir kubbeye doğru kemerlidir. Dört sütunun da taban aralığı 75 cm yüksekliğinde duvara çevrilmiştir. Bu duvarların üzerleri bir metre yüksekliğinde demir kafesle örülmüştür. Bu türbe eskiden yapılmış olup, sonrada orijinaline uygun şekilde restore edilmiştir.
Akçakirazlı olan Şeyh Ali Efendi’nin bazı kaynaklara göre 1670 yılında doğduğu ve Harput Medreselerinde tahsil gördükten sonra İstanbul’a giderek, Beyazıt Medreselerinde tahsiline devam ettiği rivayet edilmektedir. Aynı soydan gelen Muammer Tuksavul “Doğudan Batıya ve sonrası” isimli eserinde, soylarının Karakoyunlu’lara dayandığını, 17. y.y. da İsmail Beğ adında bir Türkmen’in, atlılarıyla 4.Murat’ın ordusunda Bağdat seferine katıldıklarını, savaştan sonra gelerek Akçakiraz’a yerleştiklerini söyler. Şeyh Ali Efendi’nin işte bu İsmail Beğ’in torunlarından birisi olma ihtimali kuvvetlidir. Muammer Tuksavul, bu tezini doğrulamak için babasının hayatta olduğu sırada Toroslardan bazı Türkmenlerin (Yörüklerin) babalarını ziyarete geldiklerini, bunların kendi akrabaları olduğunu iddia eder. İsmail Beğ’in soyundan çeşitli din adamları, asker, subay ve öğretmenler yetişmiştir. İshak Sunguroğlu ise “Harput Yollarında” isimli eserinde Şeyh Hacı Ali Efendi’nin “Şazeli” Tarikatına mensup bir şahsiyet olduğunu belirtirken, onun bu tarikata İstanbul’da iken intisap ederek icazet aldığını söyler. O, daha sonra memleketine dönerek, Akçakiraz’da ömrünü tamamlamıştır. Bizim “Şazeli” tarikatı konusunda yaptığımız araştırmalarda bu tarikatın kurucusunun Tunuslu Ebu-l Hasan Şazeli isminde bir zat olduğunu, bu tarikatın daha çok Kuzey Afrika’da yayıldığını, İstanbul’da ise 2.Abdülhamit döneminde girdiğini görüyoruz. Oysa Şeyh Hacı Ali Efendi’nin 2.Abdülhamit döneminden çok önce yaşadığı düşünülürse, onun Sunguroğlu’nun ileri sürdüğü gibi “Şazeli” Tarikatına mensubiyeti oldukça ilgi çekicidir. Şeyh Hacı Ali Efendi, Akçakiraz’a döndükten sonra halkı irşat etmeye başlar. Bu arada kendi çocukları üzerinde de durarak onların tahsili ile yakından ilgilenir. Oğlu İshak Efendi’yi İstanbul’a yollayarak Fatih Medreselerinde eğitim gördürür. (90 yıl yaşamış) İshak Efendi daha sonra Süleymaniye ve Beyazıt Medreselerinde müderrislik yapar. O, kadılık görevinde de bulunduktan sonra Sultan Abdülhamit’in Sarayına kadar uzanarak onun huzur hocası olur. Bu zatın ayrıca birçok konuda eserleri vardır. Kendisi bir ara memlekete döndükten sonra, tekrar İstanbul’a giderek orada vefat eder. Mezarı Fatih Camii bahçesindedir. Gerek Hacı Ali Efendi’ye gerek oğlu İshak Efendi’ye yüce Allah’tan rahmet niyaz ediyoruz. Şeyh Hacı Ali Efendi ve Hasan Paşa Arasındaki Hikaye Harput’un civarında bulunan aşiretlerin isyanı üzerine, bunların ıslahatına memuren Harput’a gelen Hasan Paşa namındaki zat çok gaddar bir adammış, haklı haksız bir çok kimselerin kellelerini uçurttuğu gibi halka da zulüm ve işkence etmek suretiyle ortalığı titretmişti. Paşa, bir gün mahiyetiyle birlikte Perçenç’in önünden geçerken bu köyün bir kasaba kadar büyük ve şen olduğunu uzaktan görünce atının dizginini Perçenç’e çevirmiş. Köyü gezerken, Şeyh Ali Efendi de evinin damında loğ çekiyormuş. Paşa, böyle koca sarıklı, saçlı sakallı bir zatı damın başında görünce, ağalarına hocayı aşağı almalarını emretmiş. Ağalar yukarı çıkıp Paşa’nın kendisi çağırdığını söylemeleri üzerine, Şeyh Ali Efendi “Lütfen kendisi benim yanıma çıksın” diye cevap verir. Bu cevap Paşaya götürülünce Paşa hiddetle atından inerek Şeyh Ali Efendinin evine girdiğini ve merdivenlerden çıktığını hisseden Ali Efendi damdan inerek Paşayı misafir odasına aldıktan sonra karşı karşıya konuşurken Paşanın; “Ne cesaretle beni ayağına çağırdın?” diye sert sualine, Ali Efendi yumuşak tavrıyla; “Efendim, bizim damda çok ot bitiyor, bunları temizlemekten, loğ çekmekten aciz kaldım, onun için sizi çağırdım, siz dama çıkıp damda biraz gezecek olursanız, bu otlar artık bitmez, ben de bu dertten kurtulurum; çünkü malum-ı alileri zalim ve gaddar olan ricalin ayak bastıkları yerde ot bitmez, efendimizi bu maslahat için yukarı dama davet ettim,” demesi üzerine Paşa, hocanın cesaretle bu şekilde konuştuğuna son derece kızmış ise de bunun, kendisine manevi bir sille olduğunu takdiren hocayı beraberine alarak şehre getirmiş ve misafir etmiştir. Ali Efendi, Paşanın yemeğini yememiş ve bazı keramet göstererek köyüne dönmüştür. Bunun üzerine Paşa’da Elaziz’de tutunamamıştır.
Hoca İshak Efendi 1803 (1218.H) tarihinde Harput’un Perçenç köyünde doğmuştur. Babası Perçençli meşhur Şeyh Hacı Ali Efendi’nin torunu Abdullah Efendidir. İlk medrese tahsilini Harput’da yaptıktan sonra İstanbul’a gelmiş, Fatih medreselerinde ders görerek tahsilinin ikmal ve icazet aldıktan sonra tekrar Harput’a dönmüştür. Harput’a gidince münhal bulunan Meydan Camii medresesine müderris tayin edilmiş ve kısa bir zamanda ilmi kıymet ve derecesi Harput muhitinde şuyu bulunca yüzlerce talebe müracaatla medrese kayd ve hocadan ders görmeğe başlamıştır. Fakat her nasılsa bu müderrislik kendisini tatmin etmemiş ve nihayet Harput’da bir iki sene ancak kalabilmiş ve sonra tekrar İstanbul’a dönmüştür. İstanbul’da Fatih medreselerinde ders okutmağa başlayınca az zaman içerisinde şöhret kazanmış ve 1866-1870 tarihleri arasında Sultan Azizin Sarayına davet edilmiştir. Sultan Azizle görüşmelerinde padişahın sevgi ve teveccühünü kazanmış olacak ki, kendisine huzur hocalığı verilmiştir. Sultan Azizin Bektaşiliğe çok merakı varmış. Bu merakını, Hoca İshak Efendiye açınca, Hoca Bektaşilik hakkında gayet mufassal bir reddiye yazarak Padişaha taktim ve Padişahı bu reddiyesiyle ikaz etmiştir. Sonraları, birinci reddiyesini kafi görmeyerek izahlı ve daha müspet ikinci bir reddiye daha yazmıştır. Sultan Aziz’in ölümünden sonra Sultan Hamid, Hoca İshak Efendiyi daima nezaret altında bulundurmuş, bir taraftan da yazdıkları ilmi makaleleri takip eder, okur, “Bizim İshak Hoca yine coştu” dermiş. Hoca İshak Efendi, Fatih camiinde ders okutmuş ve icazet de vermiştir. İstanbul payeliği rütbesiyle rüus almış, Evkaf Nezaretinde büyük bir komisyona aza tayin edilmiştir. Bir aralık maarif meclisi azalığında bulunmuş ve sonra da 1855 (26 Muharrem 1272) tarihli örneği aşağıda yazılı irade-i seniye ile Darülmarif hocalığına tayin edilmiştir. Eserlerine gelince:
gibi değerleri telifleriyle İbn-i Sinanın (İştişfa cümletüşşifa) adlı eserini tercüme etmek suretiyle ilim alemine eserler bırakmıştır. Bunların içerisinde en kıymetlisi (Şemsülhakika) namındaki sualli ve cevaplı eseridir ki, 290 sahifeden ve 287 bölümden ibaret olan bu nefis eseriyle: dini itikad meseleleri, Tevrat’da ve İncil’de olan tağayyürat ve tebeddülatın tafsilatı, Kuran-ı Kerimin kütüb-i münzilenin ala ve erfa’ı ve cemi-i sıfat-ı ilahiyeyi cam-i bulunduğu, Hazret-i İsa’nın çarmıha gerilmesi, semaya çıkması, Allahın oğlu ve Uluhiyetinini reddi ile nübüvvetinin isbatı, asıl İncil’in kelamüllah olup nasaranın ellerinde bulunan İncil ifsad suretiyle tağyir ve tahrif edilmiş olduğu gibi sualli ve cevaplı çok mühim ve derin ilmi mübahaseleri münakaşa ve isbat etmiştir. Birkaç sene evvel bildiklerinden birisi, İstanbul’da Bebek de Robert Kolej kütüphanesinde, Harputlu bir zata aid bir kitabın mevcut olduğunu haber vermişti. Tetkik için boş zaman bulup da koleje kadar gidememiştim;fakat bir türlü içimden de çıkmıyordu, nihayet meseleyi, Kolejde okuyan yeğenlerimden Selçuk Sunguroğlu’na açtım, bu kitabı arayıp bulmasını ve numarasının tespitini kendisine havale ettim, Selçuk kitap’ı bulmuş ve imza mukabilinde alarak bana getirmişti. Bir de ne göreyim, Hoca İshak Efendinin (Şemsülhakika)namındaki eseri. Bu kitap, 1861(1278.H) tarihinde takvimhane-i amirede tab ve neşredilmiş ve Tevfik Fikret merhum tarafından Robert Koleje hediye edilmiştir. (Karınca kapdan)namıyla bir eseri daha olduğundan yeni haber aldım. Hayatında Beykoz’un Akbaba köyünde 1886 (8 Şaban1303) tarih ve 170 sayılı irade-i seniye ile inşasına izin verilen bir cami yaptırmış ise de birinci cihan harbi içerisinde asker işgali yüzünden ve bakımsızlıktan yıkılmıştır. 1892 (1310.H) tarihinde İstanbulda ölmüştür, Fatih Camii neticesinde medfundur. Mehmed Cemaleddin namında bir oğlu vardır.
Birinci Hikayemiz; Hoca İbrahim Efendi Perçenç köyünden Kayan namında bir zatın oğludur. Küçüklüğünde zekasının derecesinin, okuyup yazmaya hevesini gören ve takdir eden yakınları, babası nezninde teşebbüse geçerek onu Harput’a göndermişler ve Süleyman Paşa medresesine kaydettirmişlerdi. Hakikaten çok zeki ve çalışkan olan İbrahim Efendi az zamanda Dellalzadenin nazar-ı dikkatini çekecek derecede ilerlemiş, tahsilini ikmal ile icazet almış ve sonra yine duramamış bir ayağı Harput’da, Harput alimleriyle düşe kalka bilgisini artırmıştır. Nihayet Köyündeki Mustafa bey medresesine müderris tayin olunarak uzun zaman bu medresede tedrisde bulunmuş ve talebe yetiştirmiştir.
Bu zata ait zamanımıza kadar söylenip gelen bir iki hikayeyi aşağıya kaydetmeden geçemiyorum:
Birinci Hikayemiz; “Bir yaz günü, Hoca İbrahim Efendi kalıp kıyafetiyle tarlasından çift sürerken bir iki köylü, tarlaya gelip hocadan dini bir mesele sorarlar… Hoca bir taraftan çiftini sürer, bir taraftan da karşısındakilere istedikleri meseleyi yüksek sesle izaha çalışırken bu hal, o sırada şosadan geçen bir yolcunun nazar-ı dikkatini celp etmiş olacak ki, arabasını durdurarak inmiş ve hocanın yanına gelerek ne konuştuklarını dinlemiş ve mübahasa bitince, Hoca’yı tebrik ile ayrılmıştır. Meğer bu zat, bilgili ve yüksek rütbeli bir memurmuş.Memleketine döndüğünde alim diye geçinenlere şöyle söylemiş: Harput’tan geçerken çiftçi bir Hocaya rastladım, bir taraftan çiftinin sürüyor, beri yandan da kendisine sorulan dini bir meselenin hallini mukni delillerle isbata çalışıyordu, bu hale hayran kaldım, gidin ilmin derece ve kıymetlerini Harput’da görün diye onları ilme teşvik edermiş. İkinci Hikayemiz; Hoca İbrahim Efendi’nin Mehmet Efendi namında bir kardeşi varmış, gerçi bu Del’âlzadede okumuş ve icazet almış ise de ileri gidememiş ve köyünden de dışarı çıkmamıştır. Bu suretle münzevi yaşayan kardeşine kızan İbrahim Efendi bir gün : (Ya Allah) diye bir tokat savurunca, kardeşi buna tahammül edemeyerek (Celle cela’üh) diyerek tokadı iade ettiği söylenmektedir.
MEDRESE
Mustafa Bey Medresesi. Perçençli Mustafa bey kendi adına yaptırmış. 40 öğrencisi var (Hocaları) Müderrisleri Hoca Abdurrahman Efendi, Hacı Hüseyin Efendi.
Perçençli Mustafa Bey’in oğludur. İlk tahsilini Perçenç’te yaptıktan sonra Harput Kamil Paşa Medresesinde Hacı Abdulhamit’den ders aldı. Mezun olduktan sonra Perçenç Tahiriye Medresesine müderris tayin edildi. Ömrünün sonuna kadar bu vazifede kalıp insan yetiştirdi. 1902(1318.R)’de Hacca gitti.1915(1331.R)’de Perçençte vefat etti. Emekli General Hüsnü Göktuğ’ un dayısı ve tüccar Aşkın’ın babasıdır.
Perçençli askeri kâtip Nuri Efendinin oğludur. Mesleki bilgisi, bıkmak, usanmak bilmeyen mesaisiyle temayüz etmiş çok samimi bir hemşerimizdir. 1954-1957 TBMM döneminde Elazığ mebusuydu, Ankara’da oturmaktadır.
Perçençlidir. Çalışkanlığı, ciddiyeti ve salâbet-i ahlakiyesiyle tanınmış, memleket aşkı kıymetli bir hemşerimizdir. Ankara’da oturmaktadır.
Perçençli Taşkınoğullarındandır. Piyade Subayı olup bütün harplerde cesaret ve fedakarlığıyla kendini göstermiş, zaferden sonra emekliye ayrılarak İstanbul’a gelmiş yerleşmiştir. İki oğlunu İstanbul’da yetiştirmiştir. Büyük oğlu Cemalettin Çalıştırma Bakanlığı Zonguldak İş Müfettişidir.
Hasan Burhaneddin Efendi aslen Harput’un (Perçenç) köyünden olup 1563 (970.H) tarihinde aynı köyde doğmuştur. İlk tahsilini köyünde medrese tahsilini Harput’da yaptıktan ve icazet aldıktan sonra 1592 (1000.H) tarihinde Bursa’ya gelmiştir. Bursa’da kendisini tasavvufa vermiş ve Halvetiye tarikatı şeyhlerindendiye tarih düşürülmesine bakılırsa, Hazretin mevki ve derecesinin yüksekliği anlaşılır. Sonra şeyhin 70 – 80 kadar halifesi bulunduğu da Sicil-i Osmani’de kayıtlıdır.